Türkiye Solu 1960-70 (4) - Türkiye İşçi Partisi (TİP)


 

Türkiye’de sendikal yapılar sınıf mücadelesinin örgütsel bir ürünü olmaktan ziyade, daha sürecin başlarında, 1946’da devletin yoğun denetim ve yönlendirmesi altında  oluştu. Devlet bu tarihlerde sendikal alanda oluşan merkezkaç eğilimlerini ise, baskı ve yasak zinciri ile  elimine etti. Ne var ki güdümlü bir tarzda oluşturulmuş ve ABD sendikacılığı ile devletçilik anlayışının kaynaştığı bir ideolojik eğitime tabi tutulmuş olsalar da, sendikacılar arasında da kapitalist gelişme ve işçi sınıfının nicel ve nitel gelişmesine paralel olarak farklı arayış ve yönelimler gündeme geliyordu. TİP, sendikacıların, devlete bağlı sendikal anlayışa ve “siyaset yasağı”na karşı, Avrupa sendikacılığından da ilham alan bir tepkisinin ürünü idi.

Radikal bir geleneği bulunmayan “1946 sendikacı kuşağı” ile bir müddet sonra sendikacıların çağrısı üzerine TİP’e katılan “sosyalist aydınlar”ın sınıfsal-siyasal eğilimleri dönem boyunca TİP’e damgasını vuracaktır. TİP’e katılan aydınların geçmiş birikim ve mirasla dirsek temasları vardı; ne var ki, M. Ali Aybar, B. Boran ve S. Aren’de temsilciliğini bulan bu aydın potansiyel, 1960’lı yıllara bu eski birikimin taşıyıcılığını yapamadılar. Her birinin ortak yanı sosyalizmin liberal bir yorumuna sahip olmalarıydı. Örneğin S. Aren, daha 1960’lı yılların başında YÖN’de kaleme aldığı bir yazıda, Türkiye’de sosyalizmin sınıfsal sömürü ve adaletsizliklerin değil, kalkınma sorununun bir çözümü olarak gündeme girdiğini ve bu nedenle sosyalizme barışçıl geçişin mümkün olduğunu iddia ediyordu. Bu ideolojik argümanlar zamanla kendi içinde evrim geçirmekle beraber, öz olarak hiç değişmeden TİP’e damgasını vurdular. TİP’in “sosyalist” aydınları da sosyalizmle kalkınma arasında bire bir ilişki kuruyor, YÖN ve MDD’den bu amaca ulaşmanın yöntemi üzerinde ayrılıyorlardı.

TİP’in çözüm yöntemi, mevcut demokratik anayasal çerçevenin korunması ve genişletilmesi, “işçi ve emekçilerin partisinin” parlamenter yoldan iktidara gelmesidir. TİP, Türkiye’de sosyalizmin nesnel ve öznel şartlarının oluşmadığını iddia ediyor ve sosyalizmi bu şartların olgunlaştırıldığı bir ara sürecin arkasına yerleştiriyordu. TİP’e göre sosyalizmin nesnel koşullarını oluşturmak, ancak sosyalist parti liderliğinde bir çeşit devlet kapitalizmi uygulayıp kalkınma sorununu halletmekle mümkün olabilirdi. Sosyalizmin öznel şartlarını oluşturmak ise, ancak demokrasinin ilerletilmesi sayesinde gerçekleşebilirdi. İşçi sınıfı ancak demokratik bir ortamda eğitimini tamamlayabilir; tarihsel görevlerini kavrayarak kendi partisini demokratik yoldan iktidara getirebilirdi. Kısa zamanda dar bir aydın çevresi olmaktan çıkarak bir kitle partisine dönüşen ve politik varlığını parlamenter düzene borçlu olan TİP, tüm bu nedenlerle darbeci anlayışlarla daha başlangıçta arasına sınır çizmişti. Bu farklı politik tutumun kapsam ve anlamı B. Boran’ın şu sözlerinde ifadesini bulmaktaydı: “Demokratik yolu ve yığınları başa koymak gerekir, reformlar köklü değişikliklerden çıkarı olan sınıfların uyanması ve teşkilatlanmasıyla gerçekleştirilebilir.” (Aktaran, Abdurrahman Atalay, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, No:63, s.2143)

TİP’in parti anlayışı da, politik konumlanışı ile doğrudan bağlantılı olarak parlamentarizm ile şekillenmiştir. TİP’de seçimlere girebilmek, girilen seçimlerde “başarı” kazanmak, örgütsel şekilleniş konusunda da temel motivasyondur. Üye standartlarında, il ve ilçe teşkilatlarının kuruluş tarzında ve çok daha çarpıcı olarak Genel Merkezin Ankara’ya nakledilmesinde hep bu anlayış doğrultusunda hareket edilmiştir.

1965 seçimini izleyen dönemde sosyalizm vurgusunun öne çıkması ve cepheci anlayışlarla araya sınır çizilmesi,  partinin bu liberal-popülist karakterinde bir değişiklik yaratmadı. TİP’in 1965’te ulaştığı “sosyalizm” anlayışı Marksist-Leninist bir kavrayışın derinleşmesi-anlamına gelmiyordu. Bu vurgu, daha çok, bu yıllarda “ortanın solu” anlayışına yönelerek TİP’e yakınlaşan ve TİP’i yedeklemek isteyen CHP ile farklılaşmanın bir aracıydı.* Orta ve küçük-burjuvazinin tekelcileşmeye ve uğradığı önemli gelir kayıplarına paralel olarak sola yönelişinin belirginleştiği 1965 ve izleyen dönem, aynı zamanda iki parti arasında parlamenter solun temsilciliği konusunda rekabetin de şiddetlendiği bir dönemdir. “Seçim zaferi”nin ardından “1968’de başa güreşmek, ‘70’lerde de iktidar olmak” düşleri gören TİP’in cephe tezlerini bir kenara bırakarak “sosyalizm” vurgusunu öne geçirmeye başlaması bu dönemde ve bu şartlar altında gerçekleşti.

Bu nedenle TİP’in “sosyalizm” vurgusunu öne çıkarmaya başlamasına rağmen, ittifak, örgüt, öncülük vb. konularda eski çizgiyi muhafaza etmesi ve çok daha önemlisi 1965’li yıllarda çok daha köylücü bir çizgiye yönelmesi, yalnızca görüntüde bir paradokstur, gerçekte ise TİP’in parlamenter konumlanışı açısından büyük bir iç tutarlılığa sahiptir. TİP, parlamentarizmi aşmak için değil; aksine bu çizgiyi değişen şartlar altında da koruyabilmek güdüsüyle, 1965 seçimlerinden sonra sosyalizm vurgusunu devreye sokmuştur.

Tüm bunlara karşın dönem boyunca işçi sınıfına hem fiziki olarak hem de söylemde en yakın pozisyonda görünen siyasi odak TİP’tir. TİP’in üye bileşiminde ve oy potansiyelinde işçi sınıfı belirli bir ağırlığa sahiptir. Ne var ki, bu konuda da görüntü ile gerçek arasında önemli bir mesafe olduğu söylenebilir. TİP’de önemli bir sendikacı ağırlığının olması, partinin işçi sınıfı içinde de kayda değer bir örgütlülüğü olduğu kanısı uyandırabilmektedir. Gerçekte ise, dönem boyunca, TİP’in işçi sınıfı içinde örgütlenmesinin önünde, sendika bürokrasisi kendi aristokratik çıkarlarıyla en büyük engeli oluşturmuştur. Partideki orta sınıf aydınları ile sendika bürokrasisi arasında işçi sınıfının denetiminin sendika bürokrasisine bırakılması konusunda adeta zımni bir anlaşma vardır. İkinci ve daha önemlisi de, TİP’in mevcut işçi üyeleri ile arasındaki örgütsel ilişki, fabrika temeline dayalı bir ilişki değildir.

Neticede TİP’in işçi sınıfına bakışı da parlamentarizmle koşullanmış liberal-popülist bir bakıştır. TİP için, özellikle 1968’lere kadar, işçi sınıfı önemi sıklıkla köylülüğün gerisine düşen bir oy potansiyelidir. TİP’in - sosyalizm anlayışının parlamenter-popülist karakteri, parti, iktidar vb. sorunlara yaklaşımda da net bir biçimde görülmektedir. Anti-emperyalist mücadeleyi reddeden, bunun yerine  "anti-kapitalist" mücadeleyi yerleştiren TİP için, anti-kapitalist-sosyalist mücadele işçi sınıfının bağımsız siyasal-örgütsel ve ideolojik mücadelesine dayanması gereken bir süreç değildir. Aksine “Türkiye’de... (Batı’dakinden farklı olarak ben.) sosyalist hareket, işçi-emekçi sınıfların birleşik hareketi olarak gelişmektedir”. (Behice Boran, Sosyalizm ve Türkiye Sosyalizmi, s.86) Sosyalist hareketin işçi ve emekçilerin ortak hareketi olarak geliştiği yönündeki bu tespit doğal sonuçlarına, parti ve iktidar anlayışına dek genişletiliyordu. TIP’in liberal-popülist anlayışının bir uzantısı olarak sosyalist parti “işçi ve emekçilerin ortak partisi”, sosyalist iktidar da “tüm emekçi sınıfların ortak iktidarı” olarak tanımlanmıştır.

‘60’lı yılların ortalarından itibaren, pratik planda işçi hareketi ve toplumsal muhalefet hareketlerinde yükselme ve militanlaşma, parlamenter umutların erimeye başlaması vb., teorik planda ise hayli sınırlı ve çarpık bir kavrayışa dayansa da Marksist birikimin genişlemesi, bu hareketin mevcut konumunu teorik-pratik planda daha tartışmalı hale getiriyor ve yeniden bir kimlik tanımlamasını zorunlu kılıyordu. Örneğin TİP’in bu yıllarda içine düştüğü çelişkiyi, İdris Küçükömer’in 1968 yılında ve TİP Ankara Kurultayında yaptığı konuşma çarpıcı bir biçimde özetlemektedir.

“Parti içindeki çelişmenin objektif şartları ‘var. 0 da şudur. Tüzük ve program eskimiştir... Ve program yapıldıktan sonra Türkiye'de şahit olduğumuz bir strateji tartışması ortaya çıkmıştır... Programdaki bu eksiklik ve bunun yanında mevcut tezatlar, parti dışından, bu parti devrimci bir parti midir? bu parti sosyalist bir parti midir?, eylemde nasıl hareket edecektir vs. soruları sorarak, bu parti içindeki çelişkileri ortaya atmıştır." (Aktaran, TİP'in Birinci On Yılı, İnfo Türk Yay., sayı: 143).

İşte bir yandan MDD’cilerin strateji ve icazetçilik-devrimcilik tartışmalarının TİP tabanında önemli bir yankı bulması ve TİP içinde MDD’ci muhalefetin güçlenmesi, diğer yandan Aybarcı popülizmin sendika bürokrasisinde yarattığı hoşnutsuzluk ve hepsinden önemlisi TİP'in güç kaybına uğradığının gittikçe netleşmesi, EMEK grubu etrafında bir parti içi muhalefetin şekillenmesini tazyik etti.

Emek grubunu yaratan gelişmeler, popülist argümanlara karşın 1967’den itibaren partinin taşrada ciddi bir güç yitimine uğraması, ama öte yandan TİP’in üzerinde yükselebileceğine inandığı bir işçi potansiyelinin ortaya çıkmasıdır. Bu eğilimi, 1967 yılında bir grup sendikacının Türk-İş’ten ayrılarak DİSK’i kurmuş olmaları güçlendirdi: TİP’le yakın bağı bulunan DİSK,  kısa zamanda işçi sınıfının genelinde sempati ve ilgi toplamaya başlamıştı.

TİP içinde reformist bir işçi hareketi yaratma amacı etrafında gelişen ve EMEK’te cisimleşen muhalefet, partiyi-bu çizgiye oturtabilmek açısından, yalnızca partinin yıpranmış önderi Aybar’ı değil, daha önemlisi partinin reformist konumunu sorgulayan ve onu “sonu görünmeyen maceralara” kanalize etmeye çalışan MDD muhalefetini de tasfiye etmek zorundaydı. Böylece sosyalist devrim argümanları bir kez daha ve bu kez daha Marksizan biçimde, partinin parlamentarist çizgisini, "reformist bir işçi-partisi" yaratma temelinde yeniden inşa etmek ve ona zarar verecek unsurları tasfiye etmek amacıyla devreye sokulacaktır.
 
 

* Emek grubu devlet, devrim, parti, ittifaklar vb. gibi sınıfın ihtilalci hareketinin oluşumu açısından kritik önem taşıyan konularda eski çizgiyi sürdürdü. TİP yönetimine karşı muhalefetlerini ilan ettikleri daha ilk sayılarında Emek dergisi yazarları, TİP’in işçi ve emekçi sınıfların ortak partisi olması gerektiğini belirtiyorlar, ayrıca sosyalist iktidarı da işçi vc emekçilerin ortak iktidan olarak tanımlıyorlardı. Böylece Aybar TİP’i ile Emek grubu esasen parti-sınıf ve sosyalist iktidara ilişkin ortak yaklaşımları savunuyorlardı.

 
* “...toplumcu akımı soysuzlaştırmak için her çareye başvuran CHP bugün Türkiye İşçi Partisine karşı himayeci gösterilmek istenirken sol akımın önderliğini ele geçirmeye çalışıyor.” (Suat Aksoy, Sosyal Adalet dergisi, Ağustos 1965, sayı: 17)


* Örneğin B. Boran, ihtilalci partinin ancak devrimci bir duruma bağlı olarak ortaya çıkabileceğini ve bugün dcvrimci bir durumdan da sözedilemeyeceğine göre sosyalistlerin işçi sınıfının çıkarlarını parlamenter yoldan korumalarının dışında hiç bir seçenekleri olmadığını söylüyordu.


 

 

 

Yorumlar

  1. «Liberal ve sevimli kimseler(den)» Prof. Osman Okyar’ın aslında tam bir ‘yavşak’ olduğunu yine bir TiP ağır topundan öğreniyoruz [bkz: (1) Dr. Yahya Kanbolat, “Olduğu gibi”, Bayır Yayınları, Anı dizisi 1, Birinci basım Nisan 1979, Akademi Matbaası Tel. 25 15 14 - Ankara, s.69 ve (2) Oya Baydar & Melek Ulagay, “Bir dönem iki kadın”, Can Yayınları 1948, © 2011 Can Sanat Yayınları Ltd. Şti., ISBN 978-975-07-1273-9, 2. Basım Mart 2011 Ekosan Matbaası, s.152].

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-