Devrimci Gençlik Hareketi 3- 1980'den bugüne
12 Eylül
Sonrası-1980-2000
Türkiye'nin yakın siyasal geçmişinde,
özellikle 60'lı yılları izleyen dönemde,
gençlik hareketinin son derece özel bir ağırlığa sahip olduğu görülür. '60'lı yıllardan önce de gençlik eylemlilikleri
söz konusu olmakla birlikte, bunlar daha sonraki yılların eylemliliklerine göre hem daha dar bir tabana
sahiptiler, hem de politik nitelikleri itibarıyla daha düzen içi bir
karaktere sahiptiler. Oysa '6()'lı
yıllardan sonra gelişen gençlik hareketliliği, hem çok daha kitleseldi hem de daha fazla düzen dışı bir
karakter taşımaktaydı. '60'lardan
önce CHP ve Kemalizm'in gölgesinde gelişen gençlik hareketi, izleyen
yıllarda önce TİP, sonra MDD ve en son olarak da
DEV-GENÇ bayrağı altında toplanmıştır. '70'lere gelirken ise DEV-GENÇ içinden THKO, THKP-C gibi devrimci politik örgütler çıkmıştır. 12 Mart askeri faşist darbesi, gençlik hareketine azgın bir terör uygulamış, hareketin
tüm önderleri tutuklanmış, tanınmış liderlerinden pek çoğu ise
katledilmiştir.Bu-azgın teröre karşın
'70'li yıllarda gençlik hareketi gerilememiş,
tersine daha da gelişip boyutlanmıştır.
80
darbesini
izleyen günlerde herkes, tıpkı '70'li yıllarda olduğu gibi, gençlik hareketinin kısa bir süre sonra
yeniden kitlesel ve militan
bir çıkış yapacağı beklentisindeydi. Gençlik kitlesi içerisinde kitlesel bir
taban elde etmek, yeniden toparlanmayı bu şekilde gerçekleştirmek hemen tüm
devrimci grupların ortak
hesabıydı. Nitekim '86-'87 yıllarındaki dernekleşme çabaları ve '87'de nispeten kitlesel sokak eylemleri haline
dönüşen kıpırdanışlar, pek çok çevre tarafından bu yeni yükselişin ilk belirtisi olarak kabul edildiler. Ne var ki gelişme
tam tersi yönde oldu. '87 yükselişini
uzun bir gerileme süreci izledi. Gençlik eylemlerinde '87-'90 arasında da
belirli bir canlılık olmakla
birlikte, bu canlılık nispeten dar bir kitlenin eylemliliği düzeyindeydi.
Hareket gelişme kaydetmek bir yana, bu süreçte
giderek
daralmakta ve kan kaybetmekteydi.
Yine de uzun süre,
hayal kırıklığı ile umut iç içe yaşadı. Devrimci gruplar gençlik hareketinin
kısa bir süre sonra yeniden yükselişe geçeceği yönünde samimi bir beklenti
içerisinde oldular. Süreç tıkanıklığın daha da derinleşmesi doğrultusunda
ilerledikçe umut zayıfladı; yerini hayal kırıklığı aldı. Bu süreçten sonra gençlik
hareketindeki gerilemenin nedenleri sorgulanmaya başlandı.
Gençlik
hareketindeki gerileme, bir kısmı daha temel olmak üzere, iç içe
geçmiş pek çok nedenden kaynaklanmaktaydı.
Sınıfsal bileşim...
Bir kez, üniversite gençliğinin sınıfsal bileşimi orta sınıflar
lehine bozulmuştu. Özellikle büyük
şehirlerdeki üniversitelerde bu değişim çok daha belirgindi. Ayrıca orta sınıfların siyasal tercihlerinde de önemli değişimler söz konusuydu. 12 Eylül geniş
bir rantiye orta sınıf yaratmıştı.
Bunlar, ideolojik ve politik planda devrim karşıtı niteliğe sahiptiler. İkinci olarak, '80 öncesinde
yüzü sola dönük olan klasik orta
sınıf tabakaları ise, devrimci yükselişin
ve karşı devrimin soğuk nefesini enselerinde hissettikleri ölçüde devrimci harekete karşı daha düşmanca bir
tutum almaya başlamışlardı. Başlı
başına 'bu gelişmeler hareketliliğinin tabanının daralması anlamına
geliyordu.
YÖK sistemi aynı
zamanda "paralı eğitim" uygulamasını gündeme getirerek, özellikle
büyük şehirlerdeki üniversitelere ailesi alt sınıflara mensup öğrencilerin girişlerini
ve girseler dahi öğrenime devam etmelerini zorlaştırdı. Bu uygulamanın üniversite
öğrencilerinin sınıfsal bileşimlerinde üst ve orta sınıf mensubu
öğrenciler lehine yarattığı değişiklik, öğrenci hareketinin bu yıllar içindeki geri düzeyinin
nedenlerinden bir başkası olmaktadır.
"Gecekondu Üniversiteleri"
ise bir yandan kontenjan sayısının artmasına imkan verirken, diğer
yandan da geçmişte öğrenci gençliğin politize olmaya en yetkin kesimi olan yoksul,
Alevi ve Kürt öğrencilerin büyük şehirlere akışını
sınırladı ve onları kendi bölgelerinde tutabildi.
Üniversitelerdeki
öğrenci hareketi açısından '80 sonrası ortaya çıkan bir değişiklik de, liselerdeki
mücadelenin gerilemesinin bir sonucu olarak üniversitelere politikleşmiş bir
kitlesel akışın artık söz konusu olmamasıydı.
Altsınıf
kökenli öğrencilerin oranı hala küçümsenemeyecek boyutlarda olduğuna göre, yalnızca orta sınıf
kökenli öğrencilerin artan
oransal ağırlığı gençlik hareketindeki bu genel suskunluğu ve gerilemeyi açıklayabilir miydi? Alt
sınıf kökenli öğrencilerdeki bu suskunluk ve hareketsizlik nasıl
açıklanacaktı?
Bir yanılsamanın yıkılışı...
Solun ve sosyalizmin yenilgisi öğrenci
gençlik hareketinin sınırlarını ve zaaflarını da gösterdi. Türkiye'de gençlik
hareketine ilişkin tarihsel ve siyasal nedenleri olan bir yanılsamayı da ortaya
çıkardı. Jön Türk hareketinden itibaren Türkiye'nin siyasal gündeminde hep
başrollerden birine sahip olan gençlik, neredeyse Türkiye'deki ilerici
hareketlerin gayri resmi önderi olarak kabul edilir olmuş; bu tabakanın
sınıfsal konumuna ve bu konumdan kaynaklanan temel zaaflara ilişkin analizler bilinçlerde
hasır altı edilmişti. İşçi hareketinde, memur hareketinde ve Kürt hareketindeki nispi canlılığa kıyasla
öğrenci gençlik hareketinin bu geri konumu, O'nun atak ve cesur konumuna karşın
gelenek oluşturmakta zorluk çeken ve aynı zamanda kolay da gerileyebilen bir
toplumsal kesim olduğu gerçeği ile Türkiye solunu ilk kez bu denli çarpıcı
biçimde yüz yüze getiriyor ve tarihi gelişimin oluşturduğu önder gençlik
yanılsamasında ciddi gedikler oluşturuyordu. Özetle gençlik hareketindeki bu müzmin gerileme, iki yükselişi omuzlamış ve ardından iki ağır
yenilgiyi yaşamış küçük burjuva
kitlelerdeki genel yorgunluk ve sinmişliğin gençlik hareketi şahsındaki yansımasıydı.
12 Eylül sistematik baskı ve terör...
12 eylül, gençliğe yönelik çok daha özel, sistemli ve
şiddetli bir terör ve
"rehabilitasyon" politikası uygulamıştı. 12 eylül rejimi, geçmiş
yıllarda öğrenci hareketinin emekçi kesimlerde yaratmış olduğu
saygınlığı yok etmek için özel bir çaba sarf etti. Yazılı ve görüntülü basın, sürekli, öğrenci gençliğin
"masum taleplerle" başlayan
hareketinin ardında "vatan haini" amaçların bulunduğunu propaganda etti. Böylece, öğrenci hareketini daha
ilk adımda terörle ezmenin
sosyo-psikolojik koşulları yaratılmaya çalışıldı. 12 Eylül dönemi
sonrasında, 12 Mart'tan farklı olarak, diktatörlük baskı ve terör
politikalarını sonraki süreçte de hiç gevşetmeden sürdürdü.
Bilinçli ve sistemli bir terör politikasıyla devrimci gençlik
hareketiyle öğrenci gençlik kitlesi birbirinden yalıtılmaya çalışıldı.
Devrimci gençlik kitlesi üzerinde "seçmeli ve caydırıcı" yoğun bir terör
uygulandı. Böylece geniş öğrenci gençlik kitlesine devrimci gruplarla bağ
kurmanın son derece ağır faturaları olacağı mesajı iletilmeye çalışıldı. Bu
politika oldukça da başarılı oldu.
Gericileştirme-dinselleştirme...
12 Eylül rejimi, gençlik kitlesine dönük
rehabilitasyonu çok yönlü
ve kapsamlı olarak uyguladı. Üniversite bünyesinde o ana kadar ilerici olan ne varsa tüm bunları tasfiye
eden,"polis-idare"
anlayışının ürünü YÖK sistemi,
bu rehabilitasyon amacının en temel kurumsal ifadesiydi. Yoğunlaştırılmış' bir müfredatla, vize
uygulamalarıyla, atılmalar ve af sarkacıyla, kontenjan sayısındaki
artışla, güvenlik soruşturmasıyla vb. Öğrenci gençlik politika alanından bilinçli bir
tarzda uzak tutulmaya çalışıldı. Buna rağmen uzak durmayanlara ise yoğun bir terör
uygulanarak gençlik kitlesinin geri kalanına çizmeyi aşmamaları mesajı verildi.
Tüm bu uygulamalar
çok yönlü bir ideolojik saldırıyla da birleşti. '80 sonrasında üniversiteye
gelen öğrencilerin tümü, orta öğrenim dönemini 12 eylül koşullarında
yaşamışlardı. 12 Eylül darbesi, 1402 sayılı yasa ile tüm ilerici memur kadrosunu, özellikle de öğretmenleri, öğretim
görevlilerini görevden uzaklaştırmış ve yerine dinci-faşist kadroları
yerleştirmiş; büyük bir akademik yıkıma da yol açmıştı.80'li yılların öğrenci
gençliği büyük ölçüde gerici bir müfredata uygun olarak ve gerici
öğretim kadrosu tarafından yetiştirilmişti.Korkunç bir baskı altında, gerici bir müfredat
çerçevesinde ve gerici bir öğretim kadrosuyla gerçekleşen bir eğitim demekti bu.
Ayrıca, 12 Eylül'ü izleyen dönemde iyice yaygınlaştırman ve normal liselere göre eğitim
kalitesi yükseltilen imam hatip liseleri, bu süreçte üniversiteye öğrenci veren en
önemli kaynaklardan biri haline gelmişti. Öyle ki, geçmiş dönemde devrimci öğrenci
hareketinin
"kale"leri sayılan ODTÜ, İTÜ, SBF vb.nde, İmam Hatip mezunu öğrencilerin sayısı son derece önemli bir ağırlık oluşturmaya başlamıştı.
Depolitizasyon...
Bu yoğun bir baskıya
bilinçli ve sistematik bir depolitizasyon
politikası da eşlik etmekteydi. Gençliğin depolitizasyonunun sağlanmasında darbeciler
tarafından oluşturulan YÖK sisteminin özel bir rolü olmuştur. YÖK sistemi,
bir yandan üniversitelerdeki nispi demokratik ortamı ortadan kaldırmış, diğer yandan üniversite ve fakülte
yönetimlerine faşist-gerici unsurları atayarak,
hem baskıyı yoğunlaştırmanın ve hem de böylece üniversite yönetimlerinin polis ve MİT'le işbirliği içinde çalışmasının imkanlarını arttırmıştır.
ODTÜ'den devrimci
öğrenciler tarafından kovulan CIA ajanı Commer, ODTÜ' nün kuruluş
gerekçelerini açıklarken; yoğun bir teknik müfredat aracılığıyla politikayla
uğraşmaya vakti kalmayacak bir
öğrenci gençlik yetiştirmek istediklerini de ifade etmişti. Fakat
söz konusu tarihlerde öğrenci hareketinin kazanmış olduğu ivme bu
amacı boşa çıkarmıştı. 12 Eylül
rejimi gençlik hareketinin ve toplumsal
muhalefetin terörle bastırılmış olmasının verdiği
imkanlardan da yararlanarak, bu planı, tüm üniversitelerde gerçekleştirmeye
çalıştı. Artan ders sayıları ve zorunlu
vize uygulamaları ile öğrenci gençlik yalnızca okuyan ve okuduğunu aynen aktaran robotlara dönüştürülmeye çalışıldı.
Sınav çokluğu ve atılma korkusu aracılığıyla toplumsal sorunlara karşı duyarlılığı törpülenmek istendi.
Kontenjan
sayılarındaki artış ve hızla çoğalan "gecekondu" üniversitelerinin de
öğrenci hareketi üzerinde olumsuz etkileri oldu.Kontenjan sayısındaki artışın,
mezuniyet sonrası iş imkanlarının
azlığı nedeniyle öğrenciler arasında bir "rekabet" yaratması
bekleniyordu. Öyle oldu. Ayrıca disiplin cezalarının arttırılması ve "güvenlik soruşturması" adı altında düzene
muhalefet eden öğrencilere iş
imkanlarının kapanması, öğrencilerin politik mücadeleye kayıtsızlıklarını daha da pekiştirdi.
Gençliğe yönelik
ideolojik saldırının kapsamı yalnızca bunlardan da ibaret değildi. Aynı zamanda
sistemli olarak, "köşe dönmeci", "iş bitirici", "faydacı" ve
"bireyci" bir gençlik tipi yaratılmaya çalışıldı. Bu süreçte alt
sınıf kökenli öğrenciler içerisinde gerek dinsel gericiliğin, gerekse de liberal bireyci ideolojinin
önemli bir yankı alanı yarattığı söylenebilir.
Tüm bunlara Doğu Avrupa
ülkelerinde yaşanan çöküş de eklenince, devrimci akımlar gençlik kitlesi
içerisinde dar bir etki alanına sıkışıp kaldı. Bu akımların yaşanan gerilemeyi doğru bir şekilde tahlil edemeyişleri ve dolayısıyla sürece doğru
bir temelde müdahale gerçekleştirememeleri de, giderek bu gerilemeyi
tersinden besleyen bir faktöre dönüştü.
Gerileme ve
bunalım
Devrimci akımlar yaşanan
tıkanıklığı ve gerilemeyi uzun bir süre adeta görmezlikten geldiler, kabul etmek
istemediler. Gerileme yadsınamaz bir safhaya ulaştığında, sorgulama kaçınılmaz bir zorunluluk
haline dönüştüğünde ise, getirilen açıklamalar yüzeyselliği ve sübjektifliği
aşamadı. Her bir grup, yaşanan gerilemenin nedenini önce kendi dışındaki
grupların "sağcılığında" ya
da "solculuğunda" aradı. Dar
rekabetçilik, kısır çekişmeler gibi, aslında gerilemenin bir sonucu olan faktörler,
sanki gerilemenin
nedenleriymiş gibi değerlendirildi.
Gerileme
gerçeğinin görmezlikten gelindiği bu ilk dönemde, devrimci gençlik hareketi ağırlıkla
kapalı devre bir eylem çizgisi izledi. Bu,
gençlik hareketindeki genel gerilemeyi tek tek grupların dar eylemsel aktivitesiyle içgüdüsel bir perdeleme
çabasıydı da. Ama bu eylemci tutum
gençlik kitlesine dönük aktif bir politik müdahale çabasıyla birleşmediği,
tersine, bunu ikame ettiği ölçüde, sonuçta
gençlik hareketinin tabanının daralmasına hizmet etmiş oldu. Bu kapalı devre eylem çizgisi kendi darlığı
içerisinde bir süre sürdürülebildi.
Hareket kısa sürede moral ve fizik açıdan yoruldu. Artık gerileme
yadsınamaz, sorgulama kaçınılamaz hale gelmişti.
90'h yıllar, devrimci gençlik hareketi
içerisinde, bu sorgulamanın yapılmaya başlandığı ikinci bir evre oldu, bu sorgulama süreci büyük ölçüde liberalizme doğru sonuçlar yarattı. Bu dönemden sonra,
akademik mücadeleye önem verilmediği,
öğrencilerin özgül sorunlarına yeterince ilgi gösterilmediği için gençlik hareketinin gerilediği tespiti çok yaygın
bir argümana
dönüştü. İlk başlarda büyük
bir horgörüyle yaklaşılan odalar, kulüpler, çeşitli otonom gruplar, giderek devrimci hareketin temel politika
alanları haline gelmeye başladı. Temel eğilim liberalleşmeye doğruydu. Var olan bir
diğer eğilim de "devrimci bir umutsuzluktu. Bu eğilim kendini kimi zaman,
"apolitik" kitleden bir kaçış demek olan "kantin devrimciliği" şeklinde, kimi
zaman gençlik çalışmasının gerekliliğini reddederek sınıf çalışması yapmak için
üniversiteleri boşaltma çağrısı şeklinde ve
bazen de gençlik kitlesinin
demokratik taleplerine karşı soğukluk, mücadeleyi soyut bir devrim ve sosyalizm propagandasına
indirgemek biçiminde gösteriyordu.
Bu dönemde devrimci gençlik kadroları içerisinde çift
taraflı bir ideolojik gerilemenin de yaşandığını vurgulamak gerekli. Gerek sosyalizmin
yıkılışı ve genel olarak solun gerilemesi gerekse eklektik bir post-modernizm
sepeti içinde liberalizmin başta olmak üzere milliyetçilik, dinsel ideoloji vb.
her türlü burjuva ideolojisinin bütün bir ağırlığınca topluma zerkedilmesi ve gerekse de liselerde de genel eğitim ve
sol düşünceye dayalı hareketlerin gerilemesi devrimci üniversite öğrencilerinde
sosyalist düşünce bakımından ciddi bir ideolojik
gerilik kaynağı oldular.
1980'den bugüne
gelen devrimci gençlik hareketi açısından bir diğer farklılık sosyalizmin
zayıflamasına paralel olarak devlet destekli organize sivil faşist saldırıların
eski dönemlerle kıyaslanmayacak biçimde azalmış olması; yani anti-faşist
mücadelenin -bilinçle değil ama pratik olarak- ana hedefinin düzen ve düzenin
kolluk kuvvetleri haline gelmesidir.
Gençlik
hareketindeki politik
gruplaşmalar ve imkanlar
Gençlikteki
politik gruplaşmaların toplumdaki politik gruplaşmaların bir yansısı olduğu çok
bilinen temel bir gerçektir.. '80 sonrasında, tüm toplum düzeyinde liberalizmin ve dinsel gericiliğin etkisi artmış, Kürt hareketi gelişmiş
ve devrimci hareketlerin ise
etkisi zayıflamıştı. Gençlik hareketindeki politik kümeleşmeler de bu genel tabloyla uyumlu bir tarzda oluşmuştu.
Kapitalist
ekonominin artan krizine ve yoğunlaşan sınıf mücadelesine bağlı olarak yaşanan
süreçte liberal ideolojinin etkisi zayıfladı. Bu gelişme gecikmeli olarak
gençlik kitlesi içerisinde de yansısını buldu. Özellikle alt sınıf kökenli öğrenciler arasında
liberal ideolojinin genel etkisi zayıfladı, bu kesimden gelen öğrenciler
arasında giderek artan bir politizasyon yaşanmaya başlandı.
Ne var ki, güçlü
bir politik işçi hareketliliğinin mevcut olmaması, solun ve sosyalizmin genel
planda zayıflaması yaşanan politizasyonun laiklik-irtica, Alevilik-Sünnilik,
Türklük-Kürtlük vb. gibi çelişki alanları
üzerinden yaşanmasına yol açtı.
Nitekim özellikle
90'lı yıllardan sonra üniversite gençliği içindeki gruplaşmaların panoraması çıkarıldığında
aşağı yukarı şöyle bir tablo karşımıza çıkmaktadır: dinsel gericilik, Kürt
yurtsever hareketi, Alevi kimliği etrafında gelişen ilerici muhalefet ve henüz sınırlı bir güce sahip
devrimci hareket, alt sınıf kökenli öğrenciler içinde var olan politik gruplaşmalardır. Bunları,
geçmişte sosyal demokrasiden etkilenen, ama yüzü devrimci gruplara dönük bir
kesim çevrelemektedir.Kemalizm ise alt
ve orta sınıf kökenli öğrencileri kesen, her iki kesimde de belli bir etki alanı bulabilen bir
eğilimdir. Kemalizm'in orta sınıf kökenli
öğrencilerde bulduğu karşılık ile alt
sınıf kökenli öğrencilerde bulduğu karşılık arasında belli önemli farklılıkların olduğunu da belirtmek
gereklidir. Orta sınıf kökenli
öğrenciler açısından Kemalizm, "irtica"ya karşı "laikperest" bir tepkiden öte bir anlam ifade etmemektedir. Bu
kesimler bütün diğer konularda
liberal ideolojinin bayraktarı durumundadırlar. Alt sınıf kökenli öğrenciler açısından ise Kemalizm, laiklikle beraber liberalizme karşıt "ulusalcı ve
anti-emperyalist" bir dünya görüşüdür.
Orta sınıf
kökenli öğrencilerin büyük kitlesi ise liberal ideolojinin etkisi
altındadır ve devrimci akımlara karşı düşmanca bir yaklaşım
içindedir. Bu kesimlerden gelen öğrenci kitlesinin yalnızca çok küçük bir kısmı düzene karşı
sorgulayıcı bir tutum içindedir. Bu kesim
ağırlıkla, bugünkü oda. kulüp, otonom gruplaşmaların içinde yer alıyor ve dahası bu gruplarda sürükleyici bir rol
oynuyor.
Burada kabaca
ortaya konulmaya çalışılan tablo da göstermektedir ki, 90'lı yılların gençlik
içindeki gruplaşmalar, ağırlıkla tali çelişki alanları üzerinden kendini ifade etmekte olan
kutuplaşmalardır ve bu kutuplaşmalar geniş ve ortak bir kitlesel devrimci gençlik
hareketinin oluşmasını zora sokmaktadır.
60'lı ve 70'li yıllarda aynı ortak devrimci-sosyalist eylemsel hat üzerinde birleşebilen Kemalist,
Alevi, Kürt gençlik kitleleri sosyalizmin ortak birleştirici şemsiyesinin
tahrip olduğu bir dönemde artık paralize olmuş durumdadır.
Gezi Direnişi ve yeni dönem...
Bu tablo gençlik hareketi içinde
politizasyon birikmesi olduğunu ama bu politizasyonun çok parçalı olduğunu ve tüm
bu potansiyellerinin devrimci gençlik hareketi ortak şemsiyesi altında bir araya getirilmesinin zorlaştığını
gösteriyordu.
ANAP, DYP ve RP'nin iktidarda olduğu
dönemlerde de laiklik-dincilik, Alevilik-Sunilik, Türklük-Kürtlük karşıtlıkları
ekseninde ki politizasyon yaşanmaktaydı ama AKP döneminde iktidarın tüm bu
alanlardaki net ve pervasız uygulamaları üstelik de kutuplaştırıcı bir siyaset
diliyle hayata geçirmesi bu çerçevedeki politizasyonun iyice artmasına ve en
sonunda Gezi Direnişleri ile kitlesel bir biçimde hemen tüm ülkeye kapsayan
biçimde sokağa taşmasına neden oldu.
Gezi Direnişlerini başlı başına bir
gençlik hareketi olarak nitelendirmek olanaklı değildir. Ortada açık bir halk
direnişi sözkonusudur. Ama bu halk direnişinin
bileşenleri içinde gençlik çok önemli bir yer tutmuştur. Dikkate değer
olan ise 1980'lerden sonra belki de ilk kez bu kadar yığınsal ve etkin biçimde liseli
gençliğin ve orta sınıf kökenli üniversite gençliğinin de bu eylemlerde boy göstermiş
olmasıdır.
Devrimciler, Kemalistler, ve sosyal
demokratların yanı sıra kısmen Türk
milliyetçileri ve Kürt hareketini de içine alan bir muhalefet dalgası
sokaklarda birleşti. Normal koşullarda bir araya gelmesi düşünülmeyecek politik
güçler zaman zaman aynı eylemin içinde aynı barikatların arkasında yer aldı. Bize
göre, bu yeni ve uzun vadeli bir gelişimden ziyade özel bir durumdan (AKP
düşmanlığı) kaynaklanan amorf bir muhalefet tablosuna işaret etmektedir. Nitekim
eylemciler, bir kaç ayı kapsayan eylemlilik sürecinde tüm kitleyi simgeleyecek ortak bir bayrak
bulmakta zorlandıkları gibi, birbirlerinin özel simgesi olan bayraklara da tahammül
edememişlerdir.
Türk bayrakları ve Atatürk posterleri
Kemalistleri ve MHP'lileri; Kemal Atatürk posterleri ve Deniz Gezmiş posterleri
Kemalistleri ve devrimcileri, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya'nın
posterleri ise Kemalistleri, sosyal demokratları, devrimcileri ve Kürt
hareketini ortak biçimde simgeleyebilmiştir.
Dolayısıyla bu hareketin uzun vadeli ve
istikrarlı bir muhalefet olmasının yolu Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim
Kaypakkaya bayrağı etrafında gerçekleşecek bir ortaklaşmadan ve kenetlenmeden
geçecek gibi gözükmektedir. Her ikisi de belirli zaaflarına karşın çok önemli
devrimci potansiyeller taşıyan Kemalistlerin ve Kürt hareketinin arasındaki
gerilimi sona erdirecek ve ittifakı sağlayacak olanın da bu bayrakların altında
toplanmak olduğu görülüyor.
Gezi Direnişi Türkiye'de büyük bir toplumsal
altüst yaşanmakta olduğunu ve bu alt üst oluşun geçici değil süreğen bir
özellik taşadığını gösteriyor. Bu alt üst oluş sürecinin işçi ve diğer
emekçiler şahsında da ciddi sir hareketliliği tetiklemesi muhtemeldir ve
geleceğin muhalefeti kalıcı biçimde birleştirecek ve şekillendirecek olan en temel
unsur da hiç kuşku yok ki yine işçi
sınıfının ve diğer emekçilerin eylem sahasında kuvvetli biçimde yerlerini
almaları olacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder