İNSAN HAKLARI İZLEME ÖRGÜTÜ (HRW) BAŞKANI ROTH: “SEÇİM SONUÇLARI HAK VE HUKUKU KURBAN ETME LİSANSI VERMEZ”
İnsan Hakları İzleme Örgütü Başkanı Kenneth Roth Türkiye
ziyareti sırasında Hürriyet Planet’e konuştu.
Roth, “Seçim zaferi, hak ve hukuku kurban etme lisansı
vermez” dedi.
Roth’un
değerlendirmeleri şöyle:
H.P:Türkiye–Suriye
sınırındaki Ermenilerin yaşadığı Keseb kasabasına yapılan saldırı konusunda bir
ekibinizin detaylı çalışma yaptığını biliyoruz. Bulgular ne yönde?
K.Roth: Henüz çalışmalarımızın sonucunu
yayınlamış değiliz. Ancak Türkiye topraklarından başlatılan bir saldırı olduğu
çok açık. Ancak henüz operasyonun tam olarak nasıl yapıldığını söyleyecek
durumda değiliz.
H.P: O halde Türkiye
topraklarından geldiğini nasıl bu kadar net söyleyebiliyorsunuz?
K. Roth: Oraya nasıl gelebildiklerinin başka
bir izahı olur mu bilmiyorum. Önemli çapta bir askeri operasyondu. Bunu
yapanların Türkiye’den başka bir yerden gelmiş olmasını hayal etmek zor. Ama
burada asıl mesele nereden geldiklerinden çok bu tür operasyonları yaparken
bölgedeki insanların temel haklarını gözetip gözetmedikleri. İnsan haklarını
ayaklar altına alanın Esad olduğunu biliyoruz. Ama biz HRW olarak silahlı
muhalefet içinde de insan hakları ihlali yapanlar olduğunu raporladık.
Rejiminki gibi sistematik ihlaller olduğunu söylemiyoruz ama muhaliflerin de
bazı katliamlara imza attığını belgelerle ortaya koyduk. Dolayısıyla
muhaliflere yardım edenlerin bu tür ağır insan hakları ihlalleri yapanlara
yardım edip etmediklerine dikkat etmesi önemli. Bu tür bir vahşete dış destek
sağlamamak için katı önlemler alınmalı.
H.P: Seymour Hersh
geçenlerde kaleme aldığı bir makalede Guta’daki kimyasal saldırının Türk
istihbaratı tarafından planlandığına, sarinin Türkiye’den geçirildiğine ilişkin
bazı iddialar ortaya attı. Sahada ekipleriniz var. Bu tür iddialara prim verir
misiniz?
K.Roth: Hiç prim vermem, sıfır ihtimal. HRW
olarak Guta saldırısını çok detaylı inceledik. Bütün bulgular saldırının
sorumlusu olarak Suriye ordusunu işaret ediyor. Kullanılan oldukça iddialı
füzelerin Türkiye sınırından Şam’ın banliyölerine kadar kimse görmeden
geçirilmiş olduğu iddiası inandırıcılıktan uzak. Füzelerin askeri olarak Esad
tarafından kontrol edilen bölgeden ateşlendiği ortada. Ayrıca muhaliflerin o
kadar büyük miktarda sarin üretecek kapasitesinin olmadığını da biliyoruz.
Kullanılan sarinde rejimin de inkâr etmediği türden kimyasal bir imza vardı.
Hersh kaynaklarının ismini de vermiyor, hiç güvenilir iddialar değil.
H.P: Suriye’ye insani
yardım götüren bazı Türk TIR’larının içinde silah olduğu yönündeki iddialar
konusunda ne düşünüyorsunuz?
K: Roth: Bilemiyorum. Ama bizim için şu anda
yardımlar konusundaki en önemli nokta Birleşmiş Milletler’in 22 Şubat kararının
uygulanması. BM artık sınır ötesi yardım konusunda adım atmak zorunda. Güvenlik
Konseyi bunun için yetki verdi, artık eylem zamanı. Ya Esad Şam’dan bugüne
kadar Şam üzerinden ülkeye giren yardımı keserse diye bir kaygı var. Ama
Esad’ın blöfünü görmek lazım. Bugüne onun tehditlerine rağmen pek çok STK
Türkiye sınırından yardım geçirmeyi başardı. BM’nin de bu yönteme geçmesi
gerekiyor. İnsani yardım konvoylarına saldırmak Esad açısından çok büyük bir
provokasyon olacaktır. Bunu yapacağına dair bir emare yok. En olumsuz
senaryoların milyonlarca insanı mahrumiyetten kurtarabilecek adımlara engel
olmasına izin vermemeliyiz.
H.P: İnsan hakları
aslında dünyada pek çok hükümetin en favori konusu değil. Ülke ülke gezip
hükümetlere bu alandaki ihlaller için uyarılar yaparken kendinizi biraz Don
Kişot gibi hissettiğiniz oluyor mu?
K.Roth: Samimiyetle söylüyorum ki öyle hissetmiyorum.
Sürekli olarak pek çok şeye etki ediyoruz. Mesela Suriye’ye insani yardım için
BM’den çıkan 22 Şubat kararında bizim de aralarında bulunduğumuz STK’ların
emeği büyük. Etki edebiliyoruz, çünkü güvenilir bilgi güçlüdür. Eğer fark
yaratabiliyor olmasaydık bu işi yapmazdık. Fark yaratamasaydık, bu işi yapmak
zulümleri kataloglamaktan öteye geçmezdi. Ama biz devamlı fark
yaratabildiğimizi görüyoruz.
K.Roth: Biliyorsunuz biz endeksler ya da
karşılaştırmalı analizler yapmıyoruz. Ben Türkiye’ye kendi içindeki gelişimi
açısından bakıyorum. Geçen 10 küsur sene içinde Türkiye olumlu bir yörüngede
ilerliyordu ancak son dönemde yörüngeden çıktı. O eski en karanlık günlere
döndüğünüzü söylemiyorum ama şu anda yanlış yönde ilerliyor.
H.P: Türkiye
ziyaretinizin sebebi nedir?
K.Roth: Bu önemli dönemde Türkiye’ye geldim,
çünkü ülkenizin son 10 yılda insan hakları alanında kat ettiği gelişmeleri geri
götürme riski taşıyan eğilimleri konuşup tartışmak gerektiğini düşünüyorum.
Cumhurbaşkanı Gül ve Sayın Numan Kurtulmuş ile yaptığım görüşmelerin ana teması
buydu. Bugün Türkiye pek çok alanda 10 sene öncesinden çok daha iyi bir
noktada. Gerçek anlamda bir değişim süreci yaşadınız. Ancak Gezi protestoları
ve son sızan tapeler karşısında izlenen tutum nedeniyle son dönem daha ziyade
otokratik bir dönem olarak geçti Türkiye’de. Bu durumu konuşma gereği
hissettim.
H.P: Türk hükümeti
sizin önerilerinizi ve uyarılarınızı dikkate alıyor mu genelde?
K.Roth: Genele dair konuşmak yerine bu
ziyaret sırasında ne olduğunu anlatayım. Cumhurbaşkanı Gül çok yapıcı yaklaştı.
Biz elbette onun icranın başı olmadığının farkındalığı içinde gittik görüşmeye.
Ancak ülkenin uzun vadeli perspektifini kendisiyle konuşmak önemli. Seçimlerde
elde edilen oy üstünlüğünü demokrasiyle eşit görmemenin önemini vurguladık. Seçimler
elbette demokrasinin gereğidir ama hukukun üstünlüğü ve haklara saygı da
demokrasinin gereğidir. Hükümetin son aylarda seçim başarısı sanki haklara tam
saygı göstermemenin bahanesi olabilirmiş gibi bir retorik kullanmasından endişe
duyuyoruz. Bazen siyasi zaferin sıcağında bu hassasiyetler kaybolabiliyor.
Siyasi zafer hükümetlere icra yetkisi verir, hukukun üstünlüğünü ya da temel
hakları kurban etme lisansı değil. Cumhurbaşkanı Gül’le ele aldığımız bir diğer
konu da yargının siyasallaşmasıydı. HSYK Yasası’nda yapılmak istenen
düzenlemeyle kurulu adalet bakanına bağlama çabası olduğunu izliyoruz. Yargı
bağımsızlığı ‘şu adamların karşısına bu adamları koymalıyız’ gibi bir
yaklaşımla sağlanamaz.
H.P: Bu sorunu Numan
Kurtulmuş görüşmesinde de gündeme getirdiğinizi tahmin ediyorum. Kendisinin
yanıtı ‘Ama biz yargıyı paralel devletten temizlemeye çalışıyoruz’ şeklinde mi
oldu?
K.Roth: Biz Gülen meselesinin farkındayız.
Ama ben meselenin Gülencilerin yerine sadık AKP’liler yerleştirmek olmaması
gerektiğini söylediğimde Sayın Kurtulmuş itiraz etmedi. Söylediklerime karşı
çıkmamış olmasını önemsiyorum. Ama kendisine de söyledim; bu meseleleri AKP
sonsuza kadar iktidarda kalacakmış gibi ele alamazsınız. ‘Şimdi bize daha çok
yetki verin sonra biz bu sorunları halledeceğiz’ diyerek anayasal bir sistem
yeniden yapılandırılmaz. Hiçbir hükümet sonsuza kadar hükümet kalmayacak. Hepsi
bir noktada muhalefete düşecek. O yüzden bugün bazı olağandışı adımları atarken
kendilerine şunu sormaları lazım; şu anda muhalefette olanlar iktidarda olsa
bunları yapmasını ister miydik?
H.P:Gülencilerin yerine
AKP’lileri yerleştirerek bu iş olmaz’ dediğinize göre yargıdaki Cemaat etkisini
kabul ettiğiniz anlamı da çıkmıyor mu buradan?
K.Roth: Bunu ben bilemem. Gülenciler
cüzdanlarında üyelik kartıyla mı dolaşıyor ki? Ama hükümetinizin bu tür bir
suçlaması var. HSYK’da yapılmak istenen değişikliğin motivasyonu gerçekten de
hükümetin savunduğu gibi belki bu. Ancak öyleyse bile o pozisyonlara
birilerinin sadece sadık AKP’li oldukları için yerleştirilmemesi çok önemli.
H.P: Meclis’ten siz
buradayken geçen MİT Yasası’nın en sorunlu tarafı nedir sizce?
K.Roth: Yasanın temel motivasyonunun
istihbarat teşkilatı mensuplarının yargılanma riski olmadan bazı görüşmeler
için görevlendirilmesi olduğunu anlıyorum. Bu makul bir arayış ve kimse de
sorgulamaz zaten. Fakat MİT Yasası endişe verici bir biçimde bunun çok ötesine
geçmiş durumda. Özelikle de basın özgürlüğü açısından çok kısıtlayıcı bir
yaklaşımla hazırlanmış. Gizli bir belgeyi sızdıran devlet yetkilisinin yanı
sıra onu haberleştiren gazetecinin de yargılanmasına imkân sağlıyor. Bir
benzetme yapacak olursak; sadece Snowden’ın değil Guardian ve Washington
Post’un da dava edilmesini sağlayacak bir düzenleme bu.
H.P: Oysa bahsettiğiniz
gazeteler o sızdırılan belgeler üzerinden yaptıkları haberlerle Pulitzer aldı.
K. Roth: Evet aynen öyle. Pulitzer Ödülü
alanlar Türkiye’deki bu yasa gereği yargılanırdı. Bu çok anlamsız. Bu yasa
medyanın hükümetin üzerindeki kontrol fonksiyonunu tamamen zayıflatıyor.
Hükümetler hoşlansın ya da hoşlanmasın gazetecilere her zaman bilgi sızdırılır.
Bu bilgiler üzerine kurulan haberler hükümetlerin hesap verme yükümlülüğünün
işlemesi için büyük öneme sahiptir. Eğer siz haber sürecine cezai yaptırım
getirirseniz hükümetin hesap verme sorumluluğunu önlemiş olursunuz ki bu çok
tehlikeli bir durumdur. Numan Kurtulmuş bana böyle bir niyetleri olmadığını, bu
yasaya Oslo görüşmeleri üzerinden yaşanan tartışmanın neden olduğunu söyledi.
Ama yasanın kendisinin bahsettiği koşulların çok ötesinde saiklerle
hazırlandığı ortada.
H.P: Türkiye’de pek çok
gazetecinin yargılanmasına neden olan bir diğer yasa da Terörle Mücadele
Yasası. Onu da gündeme getirdiniz mi görüşmelerde?
K.Roth: Evet. Eğer barışçıl gösterilere
katıldılarsa ya da PKK sempatizanı yazılar kaleme aldılarsa bu yargılama için
gerekçe olamaz. PKK’nın siyasi görüşleri hakkında sempati ifade etmek suç
olmamalı. Şiddete bulaşmakla sempati ya da görüş ifade etmek arasında önemli
bir fark var. Türkiye’de Terörle Mücadele Yasası üzerinden bu ayrımın
flulaştırıldığını görüyoruz. Yasanın terör tanımını bu kadar geniş tutması çok
sorunlu.
H.P: Hükümet bir yandan
Öcalan ile görüşme sürecini yönetirken öte yandan PKK sempatizanı olduğu
gerekçesiyle gazeteci ya da siyasetçileri yargılayarak dünyaya ne tür bir mesaj
vermiş oluyor?
K.Roth: Numan Kurtulmuş bu konuda şunu
söyledi; ‘Bir barış sürecinin ortasındayız, tamamladığımızda bütün bu sorunlar
da çözülmüş olacak’. Bu yeterince iyi bir yanıt değil. Barış görüşmeleri belki
başarılı olur belki de olmaz. Ama Terörle Mücadele Yasası’nı bu kadar bir tanım
üzerinden uygulamak barış sürecini zorlaştıran bir atmosfer yaratıyor. Eğer
hükümet gerçekten sürecin başarısını istiyorsa, meşru siyasi görüşlerini ifade
eden insanları serbest bırakmalı.
H.P: Türkiye’de yönetimin otoriterleştiği
konusunda Batı’da çok yazılıp çiziliyor. Size göre de bunun işaretleri var mı?
K.Roth: O çok büyük bir kelime. Ben şöyle
ifade edeyim; hükümetin son dönemde kendisinin hesap vermesini zorlaştıracak
bir dizi adım atıyor olmasını endişeyle izliyorum. Daha yeni bir seçimden
çıktınız, önünüzde yine seçimler var. Seçimler demokrasilerde hesap verme
yükümlülüğünün önemli bir ayağıdır ama hesap verme yükümlülüğünün tamamını
karşılamaz. Twitter ve YouTube yasakları, İnternet Yasası, MİT Yasası, HSYK’yı
kontrol altına alma çabası... Bunların hepsi hükümetin kendi hesap verme
yükümlülüğünü zayıflatmaya çalışan adımlar. Sadece seçim gününde hesap veren,
iki seçim arasında istediğini yapan hükümetleri kimse istemez. O iki seçim
arasında hükümetlerin hesap verme yükümlülüğünün sağlıklı işlemesi için de
özgür basın ve hukukun üstünlüğü olmazsa olmazdır. Çoğunlukçuluk demokrasiyle
aynı şey değildir.
H.P: Bu vurguyu neden
yapıyorsunuz? Türkiye’nin bugün çoğunlukçuluğun demokrasinin önüne geçtiği bir
biçimde yönetildiğini mi düşünüyorsunuz?
K.Roth: Türkiye demokrasinin bazı
unsurlarına sahip. Ancak demokrasinin bazı unsurları hükümetin seçim dışı hesap
verme yükümlülüğünü zayıflatma çabaları nedeniyle tehdit altında. Hükümet,
hesap verme yükümlülüğünü zayıflatmayı meşrulaştırmak için çoğunlukçuluk
söylemini kullanıyor.
Yorumlar
Yorum Gönder