Geç ve Genç bir Sınıfın Serüveni : Türkiye İşçi Sınıfı

Giriş
İşçi sınıfının oluşum süreci her coğrafyada kendine has özellikler gösterir; coğrafyadan coğrafyaya, zamandan zamana değişen "özel koşullar"m, bu sürecin hızı, biçimi ve genel seyri üzerinde küçümsenemez etkileri söz konusudur. Bu oluşum hangi sosyal ve siyasal koşullarda gerçekleşmiştir? Bu süreçte işçi sınıfının devletle ve başka sınıflarla ve bu sınıfların partileriyle ilişki biçimi nedir? Ülkede kapitalist birikim hangi koşullarda ve biçimlerlerde gerçekleşmiştir? İşçi sınıfı gelişmesini kapitalizmin nispeten istikrarlı bir döneminde mi, yoksa kriz koşullarında mı sürdürmektedir? Sosyal demokrat ve sosyalist hareketin bu süreçteki konumu, gücü ve rolü nedir? îşte bu ve benzeri faklı koşullar, tek tek ülkelerde ve dönemlerde sınıf mücadelesinin, sınıf örgütlenmesinin ve sınıf bilincinin, dolayısıyla işçi sınıfının "kendisi için sınıf" haline gelişinin üzerinde önemli etkilerde bulunur.
Bu yazı Türkiye işçi sınıfı üzerine gözlemlerde bulunmayı ve Türkiye işçi hareketinin oluşum sürecini "özgül yanları" öne çıkararak ortaya koymayı amaçlıyor. Türkiye işçi sınıfının gelişim sürecindeki bazı "zaafların” tarihsel ve sosyal kaynaklan gösterilmeye çalışıldığı gibi, aynı zamanda ve çok daha önemli olarak bütün bu zaaflara karşın Türkiye işçi sınıfının kısa sayılabilecek bir süre içinde eylem ve örgütlenme alanında hiç de küçümsenemeyecek atılımlar gerçekleştirdiğinin altı çizilmeye çalışılıyor.
l-   Osmanlı   işçi   Hareketinin Bazı   Önemli   Özellikleri
Osmanlı işçi hareketi doğal olarak ekonomik ve sosyal içeriği daha ağırlıklı olan bir talepler zemini üzerinden gelişti. Bununla birlikte en erken dönemlerinde bile, Osmanlı işçi hareketinde politik niteliğe sahip taleplerin de ileri sürülebildiği görülmektedir. Gerek örgütlenme ve grev hakkının elde edilmesi için verilen mücadele, gerek Abdülhamid istibdadına karşı alınan açık tutum, gerekse Kurtuluş Savaşı öncesi ve sırasında esen antiemperyalist rüzgarın işçi sınıfı içinde de yansısını bulması, bu dönem işçi hareketinin politik bir niteliğe sahip olmasını koşullayan önemli faktörlerdir. Ayrıca bu alanda yapılan pek çok araştırmada bize aktarılan ortak bilgiler, sosyalist parti ve çevrelerin, bu dönem işçi hareketi üzerinde başlangıçtan itibaren belirleyici bir ağırlığa sahip olduğunu da ortaya koymaktadır. Nitekim bu süreçte kurulmuş bulunan bir dizi işçi örgütünün isminde "sosyalist", "enternasyonalist" vb. sıfatların bulunması da bu etkinin önemli bir kanıtı sayılabilir. Bu örgütlerin, yasaklar nedeniyle 1908'e kadar büyük çoğunlukla gizli olarak kurulduğu ve yasadışı bir çerçevede faaliyet yürüttüğü de düşünülecek olursa, 1908 öncesi işçi hareketinin siyasi iktidardan bağımsızlık derecesinin ve politik niteliğinin gelişkinliği konusunda bir yargıda bulunmak kolaylaşacaktır (Yazıcı, 1996: 92 ve 96).
Bazı kaynakların ortaya koyduğu sınırlı bilgilere göre bu dönem işçi hareketinde bir takım taban örgütlenmesi deneyimlerine de rastlanmaktadır (Akkaya, 2002; Gülmez,1986; Güzel, 1993 ve Karakışla, 1998). Bu alandaki verilerin sınırlılığına karşın, işçi hareketinin gelişme diyalektiğinden kalkılarak, özellikle daha henüz kurumsallığı gelişkin dernek, sendika gibi örgütlenmelerin oluşmamış ya da etkisini geliştirememiş olduğu bu ilk dönemlerde, bu türden taban örgütlerinin kurulduğunu ve etkili olabildiğini varsaymak yanılma payı düşük bir iddia olarak kabul edilebilir. Fakat bu alanda hareketin geneli için kesin yargılarda bulunmayı sağlayabilecek bir veri birikiminin henüz sağlanamadığı da aşikardır. Eldeki sınırlı veriler bize hareketin daha sonraki dönemlerinde de bu türden örgütlenmelerin yer yer ortaya çıktığını fakat bu örgütlenmelerin hareketi yönlendiren temel örgütlenme biçimlerine dönüşemedi-ğini göstermektedir.
Osmanlı işçi hareketinin eylem ve örgütlenme düzeyi ile il gili olarak belirtilmesi önem taşıyan bir başka husus da, ilk dönemin makine kırıcılığı, sabotaj türü eylemlilikleri dışta bırakılacak olursa, eylemlerin ağırlıkla grev biçimini taşıdığı ve bu eylemlerde temel bir çizgi olarak da barışçıl yöntemlerin kullanıldığıdır (Karakışla, 1998: 27 ve 52).
2- Türkiye İşçi Sınıfına Osmanlı işçi Hareketinin Mirası Ancak Sınırlı ve Çarpık Biçimde Taşmabilmiştir
Cumhuriyet öncesinde işçi sınıfının sahip olduğu bu birikim, cumhuriyet sonrası işçi hareketi açısından küçümsenmeyecek bir olumluluk sayılabilirdi. Ne var ki böyle olmadı. Bu birikim Cumhuriyet sonrası işçi hareketine ancak sınırlı ölçüde ve hayli çarpık bir biçimde devredilebildi. Bunun niçin böyle olduğunu anlayabilmek içinse önce Osmanlı işçi sınıfının bir önemli özelliğine ve sonra da cumhuriyetin ilk yıllarında işçi sınıfının yeniden biçimlenme sürecine bakmak gerekecektir.
Osmanlı'da işçi sınıfının gelişiminin kendine has son derece önemli bir özelliği vardır. Osmanlı'nın kapitalisdeşme sürecinde azınlıklar özel bir role sahiptir. Sermaye sınıfı ağırlıkla gayrimüslim komprador burjuvaziden oluşmuştur, yerli özel sermaye son derece cılızdır. Osmanlı'da "işveren" denilince yabancı sermaye, gayrimüslim sermaye, devlet ve en sonra da Müslüman-Türk sermaye akla gelmektedir. Nitekim 1914 itibariyle yatırılan toplam sermayenin % 50'si Rum, %20'si Ermeni, %10'u yabancı uyruklu, % 5'i Yahudi ve %15'i ise Müslüman - Türk kökenlidir (Yerasimos, 1980: 500). Bu özgünlük yalnızca sermaye sınıfına da has değildir, işçi sınıfı da çok renkli etnik bir mozaik oluşturmaktadır. Rum, Yahudi, Ermeni ve yabancı uyruklu işçiler genel olarak işçi sınıfı içinde, özel olarak da vasıflı işçiler ve sanayi işçileri arasında büyük bir ağırlığa sahiptir. 1915 sanayi sayımı sonuçlarına göre, sermayenin ve emeğin yalnızca %15'i Türk'tü. Emeğin %60'ı Rum, %15'i Ermeni ve %10'u Yahudi idi (Koç, 1992: 74). işçi sınıfının gayrimüslim unsurları aynı zamanda büyük bir çoğunlukla Osmanlı işçi sınıfının öncü gücünü oluşturmaktaydı. Selanik işçi Federasyonu, Bulgaristan'da kurulan Sosyalist işçi Birliği, Osmanlı işçi hareketinde önemli bir yeri olan Anadolu Demiryolu işçileri Derneği gibi oluşumların yönetici ve aktif üyelerinin pek çoğunu bu gayrimüslim işçiler oluşturmaktaydı (Sencer, 1969: 106 ve Quataert, 1987: 149).
İşçi sınıfının mücadele deneyiminin köklülüğüne, politik etinin gücü ve izlediği doğru çizgiye bağlı olarak bu k bir avantaja da dönüşebilirdi. Ama böyle olma tarklılıklar sınıf mücadelesini bölen, sınıf bilincini zen bir faktör olarak rol oynadı (Koç, 1992: 77; Tuncay ve Archer, 2000). Esen güçlü milliyetçilik rüzgarları işçi sınıfı içinde bu olumsuz süreci besledi. Tüm bunların bir sonucu olarak, bu süreçte işçi hareketi milliyet temelinde bir bölünme yaşadı ve işçi sınıfının çeşitli milliyetlere mensup kesimleri ağırlıkla -tek bir sınıf bayrağı altında değil- değişik ulusal bayraklar altında toplandı. Sermaye sınıfının büyük çoğunlukla gayrimüslim kökenli olması, işçiler arasında etnik kökene bağlı ayrımcılık yapılması, Türk kökenli sermayenin yabancı sermayeye ait kuruluşlardaki işçi eylemlerini çeşitli yollardan desteklemeleri vb. de işçi mücadelesindeki ulusal rengi koyulaştıran faktörlerdir (Koç, 1992: 74).
Osmanlı işçi sınıfının bu etnik parçalanması sınıf deneyimi açısından son derece olumsuz bir rol oynadı, işçi sınıfının vasıflı ve daha fazla proleterleşmiş gayrimüslim kökenli kesimleri ya bu ulusal kavga sırasında fiziken yok edildi ya da savaştan sonra ülkeyi terk etti, terk etmek zorunda kaldı. Bu durum Cumhuriyet dönemi işçi hareketine geçmiş mirasın güçlü bir biçimde taşınmasını engelledi. Cumhuriyete kalan sınırlı miras ise, sınıfın ağırlıkla vasıfsız kesimini oluşturan, proleterleşme düzeyi ve sınıf bilinci geri kesimleri eliyle taşınabildi (Koç, 1992: 77,78). Bu kesimler üzerinde milliyetçi ideolojinin etkilerinin güçlü olduğu da düşünülürse bunun niçin sınırlı ve çarpık bir miras olduğu daha iyi anlaşılır.
3-   Türkiye   işçi   Sınıfının Devrim   Deneyimi   Eksiktir
Osmanlı'nın Almanya'nın müttefiki olarak girdiği Birinci Emperyalist Savaş'ta işçilerin büyük bir kısmı orduda görev alıp Osmanlı'nın düşmanlarına karşı savaştılar. Savaş yıllarında pek önemli bir işçi hareketi olmadı. Osmanlı'nın savaştan yenik çıkmasının ardından başlayan mütareke döneminde varolan sosyalist siyasi oluşumlar işçi sınıfı içinde daha etkili olmaya başladılar (Sülker, 1987: 23 ve 25). Kurtuluş Savaşı yıllarında özellikle de Türkiye işçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası'nın (TÎÇSF) çalışmaları sonucunda iki önemli işçi örgütü, Türkiye îşçi Derneği ve Uluslararası işçiler Birliği kuruldu (Yazgan, 1982: 67). Bu nedenle bu dönemdeki işçi hareketliliği içinde hem yeniden canlanma hem de siyasallaşma belirtilerini daha net görmek olasıdır. Güzel'in belirttiğine göre, 1919-1922 yıllarında, yüzde 30'u istanbul'da olmak üzere 19 grev gerçekleştirilmiştir (1993: 101,109). îzmir, Zonguldak, Eskişehir, Edirne, Konya, Bursa ve Adana gibi illerde de grevlere rastlanmaktadır (Güzel, 1993: 101,109). Grevlerin açık bir antiemperya-list karakter taşıdıkları ve yarısından çoğunun yabancı sermayeye ait kuruluşlarda gerçekleştirildikleri görülmektedir (Karakışla, 1998: 38). Grevlerin çoğunluğu ulaştırma sektöründe, özellikle de yabancı sermayenin elindeki demiryolu işletmelerinde örgütlenmiştir (Karakışla, 1998:38). 1921 ve 1922'de istanbul'da gerçekleştirilen iki ayrı l Mayıs kudaması da bu dönemde faaliyet gösteren Türkiye Sosyalist Fırkası (TSF) ve TlÇSF'nin etkinliğiyle oldukça kitlesel protesto gösterilerine dönüşmüştür (Seren, 1977: 393 ve 412, Toprak, 1987: 36).
Tüm bu çabalara karşın Türkiye işçi sınıfının Kurtuluş Savaşı sürecinde aktif ve belirleyici bir rol oynayabildiğini söyleyebilmek olası değildir. Her şeyden önce bu yıllarda işçi sınıfı nicel ve nitel açıdan zayıf bir konumdaydı. Hem sınırlı sayıda işçi vardı, hem de işçileşme süreci yeniydi. Tüm bunlara yukarıda belirttiğimiz iç bölünme, vasıfsızlık, yabancı sermayenin olumsuz etkisi gibi faktörler eklendiğinde, işçi sınıfının Ulusal Kurtuluş Savaşı'nda bir sınıf olarak devrime katılmak ve bir devrim tecrübesi kazanmak açısından önemli bir birikim elde edemediği sonucuna ulaşmak mümkündür. Ayrıca Osmanlı döneminin işçi yoğunluklu bir kısım kentlerinin ulusal sınırlar dışında kalması ve zaten Türkiye'deki ulusal kurtuluş mücadelesinin de esas olarak işçi sınıfının yoğunlukta olduğu kende-rin dışında gelişmesi, bu rolün daha da sınırlı noktada kalmasına yol açan bir diğer önemli faktördü. Bu durum, Avrupa işçi sınıfının burjuva devrimleri döneminde bir sınıf olarak elde ettiği deneyimden Türkiye işçi sınıfının yoksun kalması anlamına gelir. Avrupa işçi sınıfı, yalnızca burjuva devrimin mirasına değil, peşi sıra, burjuvaziye karşı yürütülen bir dizi proleter devrimci mücadele tecrübesine sahip olmuştur. Burjuva devriminden 1840'lı yıllara kadar Avrupa, bir çok devrim ile sarsılmış, işçi sınıfı tüm bu mücadelelerin içinde ve hatta yer yer önünde yer almıştır (Işıklı, 1987: 20,25). Türkiye işçi sınıfının tarihi bu açıdan yalnızca Avrupa'nın değil, pek çok "üçüncü dünya" ülkesinin işçi sınıfları tarihi ile de farklılık tasımaktadır. Örneğin Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin pek çoğunda sömürgecilik karşıtı ulusal kurtuluş savaşlarında işçi sınıfının ve sendikaların özel bir yeri olmuştur. Bu ülkelerdeki işçi sınıfları da zayıftı ama ulusal mücadelede motor rolü oynayan kentlerde yoğunlaşmış bulunmaktaydı (Oran,1997: 102, ' 108). Açık bir yabancı sermaye tahakkümünün varlığı bu ülke- : lerdeki yerli burjuvazinin hayli güçsüz olması sonucunu doğur- , düğü için ulusal kurtuluş savaşları zorunlu olarak işçi sınıfı, yerli sermaye ve aydın ittifakına dayalı olarak yürütüldü. Çok daha ilginci Kenya'da Tom Mboyo, Gine'de S'ekou Toure ve Ni-jer'de Djubi Bakary gibi sendika önderleri aynı zamanda ulusal kurtuluş hareketlerinin önderliğini de yaptılar (Oran, 1997: 102, 108). Latin Amerika'da pek çok ülkede sendikalar ulusal kurtuluş ittifakının aktif bir ortağı olarak özel bir rol oynadılar (Üstün, 2000: 180). Bu durumun oluşmasında bu ülkelerin uzun bir sömürgecilik deneyimi yaşamalarının, ulusal kurtuluş hareketlerinde işçi yoğunluklu kent merkezlerinin özel bir role sahip olmasının ve SSCB'nin bu ülkelerdeki ulusal kurtuluş hareketlerine önemli bir destek sunmasının belirleyici etkileri olmuştur. Kısacası Türkiye işçi sınıfı kendi tarihi gelişimi içinde bu tür bir deneyim yaşama olanağından yoksun kalmıştır. Bir devrim deneyimini aktif olarak yaşamamak, onun tecrübelerini bir sınıf olarak biriktirememek, çok önemli bir tecrübe ve birikim eksikliği sonucunu doğurmuştur Türkiye işçi sınıfı için.
4- Cumhuriyet Döneminin Başlangıcında  İşçi Sınıfı Adeta Yeniden Yapılandırılmıştır
Cumhuriyetin ilanıyla beraber Kemalist iktidar savaşın yıkımı üzerinde yeni bir temel oluşturmak sorunu ile yüz yüzedir. Sermaye birikiminin cılızlığı, kırlarda mülksüzleşme düzeyinin geriliği ve tüm bunlara bağlı olarak işgücü - özellikle de vasıflı işgücü - azlığı bu görevin önündeki en temel engeller durumundaydı (Koç, 1992: 276). Kurtuluş Savaşının sonunda ve Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye büyük bir işgücü açığı ile karşı karşıya kalmıştı. Savaşta ölen genç nüfusun çoğu, doğal olarak ülkenin en temel işgücü kaynağını da oluşturmaktaydı. Yine işgücünün, özellikle de vasıflı işgücünün en temel kaynaklarından biri olan gayrimüslim nüfus ya bu kargaşa içinde hayatından olmuş ya da yığınlar halinde göçe zorlanmıştı.
 
Savaşın getirdiği ekonomik yıkım ve insan gücü kaybı kırsal bölgeleri de büyük ölçüde etkilediği için önemli bir işgücü kaynağı olabilecek bu alandan da gerekli işgücünü sağlamak oldukça zordu (Akkaya, 2000:144,145). Ayrıca Cumhuriyetin başlangıç yıllarında tarım kesiminde ancak ekilebilir alanların yüzde 20'sinin kullanılıyor olması, tarımdan sanayiye işgücü aktarımını güçleştiren bir başka önemli faktördü (Makal, 2002: 4). Genç Cumhuriyet rejiminin yöneticileri işgücü kaynağı sorununa çözüm getirebilmek için hem kısmi çalışma yöntemlerini yoğun biçimde uyguladılar hem de vasıflı işgücünün üretimden kaçışını ve esnaflaşmasını önleyecek ve kente yerleşip bir fabrikada çalışmayı kırsal nüfus açısından cazip kılacak bir dizi maddi özendiriciye başvurdular. 1926 yılında kabul edilen 788 sayılı Memurin Yasası kapsamında olanlara 1940'lı yıllara kadar önemli maddi haklar sağlandı. Bu kesimlerin hastalık, analık, iş kazası, meslek hastalığı, malullük ve ölüm halinde korunmaları daha o günlerden önemli ölçüde güvence altına alındı (Koç, 1992: 276). Kamu iktisadi Teşebbüslerinde çalışan vasıflı işçi, usta ve ustabaşılar da benzer haklardan yararlandırıldı. Ayrıca 1936 tarihli îş Kanunu ile sürekli işçiliği sağlamaya özel bir önem verilmiş, iktisadi Devlet Teşekülleri'nde ücrederden, sağlık ve sosyal güvenliğe, izin ve tatillerden, eğitim ve kültüre, iskandan beslenmeye kadar geniş bir yelpaze içinde görece iyi olanaklar sağlanmıştır (Makal, 2002: 12). Gelişmeler sonucunda devlete ait tüm sanayi kuruluşlarında çalışanların sayısı 1938'de 70.445'e, 1948 yılında 146.902'ye yükseldi. Sadece bu on yıllık sürede sanayideki işgücü artışı yüzde 109 seviyesine ulaşmıştı (Makal, 2002: 3). Cumhuriyetin ilk yıllarındaki işçi sınıfı kompozisyonu maddi özendiriciler sayesinde sürekli işçiliği tercih edenlerle, yılın küçük bir bölümünde işçilik yaparak geri kalan bölümünde köyündeki tarlasını işlemekle meşgul olan yarı işçi-yarı köylü bir kideden oluşmaktaydı. Böylece Cumhuriyetle birlikte adeta yeni bir işçi sınıfı yaratılmış oluyordu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PAPAZIN BAĞI: BİR CENNET PARÇASININ HİKAYESİ...

ANKARA’NIN İKİ YÜZYILANA DAMGA VURMUŞ BİR TARİHİ YAPIT: ABİDİNPAŞA KÖŞKÜ

şarap,kadın,şiir...-şiir-